29 Mart 2015 Pazar

Albert Bandura'nın Bakışından Model Alarak(Gözlem Yoluyla) Öğrenme...

GÖZLEM YOLUYLA (MODEL ALARAK) ÖĞRENME:
Bandura’ya göre gözleyerek öğrenme; sadece bir kişinin diğer kişilerin etkinliklerini basit olarak taklit etmesi değil, çevredeki olayları bilişsel olarak işlemesiyle kazanılan bilgidir. Gözlem yoluyla öğrenme, taklidi içerebilirde, içermeyebilirde.
Ör: Sınavda yanındaki arkadaşının kopya çekerken yakalandığını ve cezalandırıldığını gören bir öğrenci, böyle bir duruma düşmemek için soruları kendisi cevaplamaya çalışır. Bu durumda öğrenci gözlemleri yolu ile öğrenmiş ancak taklit etmemiştir.
Bandura ve Tolman’ın kuramları birer pekiştirme kuramları değil, bilişsel eğilimli kuramlardır.
Bandura da Tolman gibi öğrenmeyle performansı birbirinden ayırmıştır.
Bandura’ya göre davranışların çok büyük bir kısmı, diğer insanların gözlenmesi, yani davranışı gösteren bireylerin model alınması sonucu öğrenilir.
Öğrenmenin etkili olmasında, gözlenen davranışların taklit edilmesi ve bunun sonucunda alınan ödül veya ceza etkilidir.

SOSYAL ÖĞRENME KURAMININ EĞİTİM AÇISINDAN KULLANILMASI ve DEĞERLENDİRİLMESİ:

Özellikle okul öncesi ve ilköğretim çağındaki çocukların gözünde saygın bir yere sahip olan anne-baba ve öğretmenler, kendileri iyi birer model olarak, çocuklara pek çok istendik davranışları kazandırabilirler (rol model olma).
Ör: Çocukların başkalarına saygılı ve nazik/kibar olması isteniyorsa ebeveynlerin de onların yanında birbirlerine ve diğer insanlara karşı saygılı ve nazik olması gerekir.
Öğrencilerin sigara içmeleri istenmiyorsa öğretmenlerini okul önlerinde sigara içerken görmemeleri gerekir vb.
Öğretmenler çocuğa “yaratıcılığı”, etkili öğrenme ya da çalışma stratejilerini, problem çözme becerilerini öğretmede, kendileri model olmalıdırlar.
Gözlem yoluyla öğrenmenin temel süreçlerinden biri dikkat etmedir. Bu nedenle anne-baba ya da öğretmenler, çocukların model almalarını istediği davranışları dikkat çekici hale getirmelidirler.
Öğretmenler model alınacak etkinlikleri düzenlerken öğrencilerin sözel yeteneklerini, dili anlama ve kullanma becerilerini dikkate almak durumundadırlar. Ayrıca öğretmenler, öğrencilere bellek desteleme ve kodlama yollarını öğreterek, onların, modelin davranışlarını hatırda tutmalarını kolaylaştırmalıdırlar.
Öğretmenin dikkat etmesi gereken bir diğer husus da öğrencinin bilişsel olduğu kadar fiziksel özelliklerinin de model alınan davranışı yapmaya uygun olmasıdır.


Model Alarak Nasıl Mı Öğreniliyor ? Hadi İzleyelim...


Children See Children Do 

(Çocuklar Görürler ve Yaparlar)



İletişimde Ben Dilinin Önemi


Günümüz insanı sürekli, bir eleştiri içinde. Aslında eleştiri de bir iletişim biçimidir.
Yalnız eleştirirken de dikkat etmemiz gereken kurallar vardır. Önemli olan karşındakini dinlemek, incitmemek ve ben dilini kullanmaktır.
Yapılan araştırmalar göstermektedir ki ‘ben iletileri’ iletişimin en etkili yöntemlerinden biridir.
Ancak günümüzde genellikle ‘sen iletilerinin’ kullanıldığı da bir gerçektir.
Yetişkin insan iletişimlerinde de, ebeveyn-çocuk iletişiminde de emir kipi taşıyan sen iletileri pozitif bir amaca hizmet eden duyguları ifade etmezler.
Çünkü emir verme, yargılama, öğüt verme gibi birim davranışlar, iletişimin engelleridir.
Çok konuşuyorsun! Hep hata yapıyorsun! Söylediklerin yanlış! Söyler misin bunun haklı tarafını?gibi ifadeleri kullanmak yerine, kabul etmedikleri davranış karşısında ne hissettiklerini karşısındakine söyleseler; iletişim sen dili değil ben diline dönüşür.
Ben iletileri, başkaları hakkındaki değerlendirme ve yorumlarımızı değil, bizim kendi duygu ve yaşantımızı anlatır. Karşımızdakinin bizi daha iyi anlamasına imkân verir.
Sen iletilerinde, büyük çoğunlukla karşımızdaki hakkında olumsuz bir yargı ve suçlama içerir.
Sen iletisinde karşımızdakinin sınırlarını ihlal ederken, ben iletisinde yargılama, suçlama gibi olumsuz mesajları içermez. Amaç sadece, bu durumda ne hissedildiğinin karşı tarafa aktarılarak paylaşılmasıdır.

Duygu ve düşüncelerinizi, ben diliyle ifade ettiğinizde ne kadar doğru ve etkili iletişim kurduğunuzu siz de tecrübe edineceksiniz.

Fazla düşünmeyin, üzülürsünüz! [Deneysel Bir Araştırma]

Hayat ve kararları hakkında çok fazla kafa yoran insanların bellekleri zayıflıyor, depresyona eğilimli oluyor. Sorumlusuysa beynin ön lobu!


University College London’da gerçekleştirilen deneyler sonunda, beynin ön lobunda daha fazla hücre bulunan insanların verdikleri kararlar hakkında daha fazla kafa patlatan ve sık sık 'kara kara düşünen' kişiler olduğu ortaya çıktı.
Prefrontal Korteks denilen beyin bölgesinin büyüklüğü ile beyinsel faaliyetler arasındaki fiziksel bağı kanıtlayan bu ilk çalışma sayesinde, otizm ve bazı diğer zihinsel hastalıkların tedavi ve takibinde yeni yöntemler geliştirilebilecek.
Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, 32 deneğin katıldığı araştırma ön lobu daha büyük olan kişilerin verdikleri ve verecekleri kararlar hakkında 'kara kara düşünen" kişiler olduğunu gösteriyor.

Bu kişilerde ‘çalışan belleğin’ de diğerlerine kıyasla daha zayıf olduğu görülüyor. Ekipte yer alan Stephen Fleming, bu davranışın depresyona eğilimi de artırdığı görüşünde. Nitekim, 'çalışan belleği' daha zayıf olan kişiler arasında kendi kararları hakkında sürekli düşünen ve sıkıntılı kişilerin çok olduğu göze çarpıyor.

Beynimizin de Cinsiyeti Var !

Doç. Dr. Sinan Canan, yüzük ve işaret parmağı uzunluğundan beynin erkek mi dişi mi olduğunun anlaşılabileceğini söyledi.


2014 Avrupa Beyin Yılı etkinlikleri kapsamında, İKÇÜ Öğrenci Konseyi tarafından konferans düzenlendi. İKÇÜ’lü gençlere bahar şenlikleri coşkusunun yanında bilimsel buluşmalarla da katkı sağlayan şenlik konferanslarında Doç. Dr. Sinan Canan, Beyin konferansında beyinle ilgili bilinmeyenleri ve bilimsel gerçekleri masaya yatırdı. Konferansı, İKÇÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Tancan Uysal, İKÇÜ Konsey Başkanı Sümeyye Zehir, akademisyenler ve çok sayıda öğrenci izledi.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Sinan Canan, beynin de cinsiyetleri olduğunu belirtirken anne ilgisizliği, ağır ihmal halinde büyüyen bebeklerin zekâsında anne sevgisiyle büyüyen bebeklere oranla gerileme olduğuna işaret etti.

Beynimizin milyonlarca kilometre uzunluğunda sinir hücresi kablolarıyla dolu olduğunu söyleyen Doç.Dr. Sinan Canan, anne ilgisizliği, ağır ihmal halinde büyüyen bebeklerin zekasında anne sevgisiyle büyüyen bebeklere oranla gerileme olduğuna işaret etti.


“BEYNİN DE CİNSİYETİ VAR”


Canan, beynin de cinsiyetleri olduğunu söyledi. “Beynin bir cinsiyeti var” diyen Doç. Dr. Sinan Canan, yüzük ve işaret parmağı uzunluğundan beynin erkek mi dişi mi olduğunun anlaşılabileceğini aktardı. Doç. Dr. Sinan Canan, bilişsel işlevler anlamında erkek ve kadına atfedilen bazı özellikler olduğunu anlatan Canan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Anne karnında maruz kaldığınız testosteron miktarına göre beyninizin cinsiyeti belirleniyor. Fazla testosterona maruz kalırsanız ki erkeklerin çoğunda böyledir, erkek hamilelikte bu miktar yüksektir. Ama stres durumlarında da testosteron artabiliyor. Bu durumda dişi bebeklerde erkek beyni, erkek bebeklerde dişi beyni görebiliyoruz. Yüzük parmağınız işaret parmağınızdan uzunsa, erkek beynine sahipsiniz. Yüzük parmağınız işaret parmağınızla eşit ya da yüzük parmağı daha kısaysa dişi beyinlisiniz. Parmakların uzunluğunu kodlayan genlerle beyin cinsiyetini belirleyen genler aynı grupta. Testosteronun etkisini buradan görebiliyoruz.”


“MÜZİKLE UĞRAŞMAK BEYNİN ALT YAPISINI GÜÇLENDİRİR”


Vücuttaki kasların çalıştıkça geliştiği gibi beynin de kullandıkça böyle geliştiğini belirten Doç. Dr. Sinan Canan, sözlerine şöyle devam etti: “Kaç yaşınızda olursanız olun, sürekli beyninizi zorlarsanız alzheimer gibi hastalıklara yakalanmazsınız. Beyninizi sürekli yeni şeylerle meşgul edin. Müzikle uğraşmak, enstrüman çalmak, şarkı söylemek, dans etmek beynin alt yapısını geliştiren önemli faaliyetlerdir. Bu etkinlikler beyninizin biçimini değiştiriyor, otobanlarını büyütüyor. O yüzden insan üstü beceriler sergileyen müzisyenlerin sayısı oldukça fazladır. Çünkü alt yapı gelişince beynin inanılmaz yetenekleri de ortaya çıkıyor”


“HAFIZAMIZ SINIRSIZ”


Beynin hafıza kapasitesinin bugüne kadar ölçülemediğini, hafızamızın bir sınırının olmadığını kaydeden Doç. Dr. Sinan Canan beynin öğrenmesinin duygusal bağ kurmasına bağlı olduğunu aktardı. Doç.Dr. Sinan Canan, duyu, hareket, sözel, ödül-ceza hafızası, dijital dünya hafızası gibi hafıza çeşitleri olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Beyniniz, duygusal olarak bağlantı kurmadığı şeyleri hafızaya kaydetmez. Duygusal bir öğrenme sistemi vardır. Duygusal olarak öğrenilen olumlu ya da olumsuz her şeyi hafızaya kaydederiz. Angelina Jolie’nin eşinin kim olduğunu hemen söyleyebilirsiniz. Çünkü duygusal bağ kurulan bilgileri görür görmez öğreniriz. Dersleri neden hafızaya alamayız? Çünkü duygusal olarak kurulan bir şey yok. Ama mesleğinize aşıksanız çok güzel notlar alırsınız.”


“YENİ İNSANLARLA TANIŞMAK BEYNİ ZORLAR”


Yeni insanlarla etkileşime geçmenin beyni son derece zorladığını açıklayan Doç. Dr. Canan, şunları söyledi: “Çevredeki arkadaş sayısının artması, yeni bireylerle tanışma beyni çok zorluyor. Yeni insanların dost mu düşman mı olduğu, niyetlerinin ne olduğu, neden hoşlandıkları gibi birçok soruyla karşı karşıya kalırız. Sosyal etkileşim beynimize en fazla yük getiren şeydir. İnsanları okumak çok karmaşıktır. Yeni kişilerle yapılan etkileşim, en ağır fizik problemini çözmekten daha zordur. Zihnin eforunu oldukça yorar. Fizik problemini çözmek aslında daha kolaydır.”

Yazının kaynağına ulaşmak için lütfen tıklayınız.